BURASI 8/A  
 
  yazarlarımız 18.05.2024 05:28 (UTC)
   
 

                              Ömer Seyfettin
 (1884-1920) Türk edebiyatının en çok okunan hikaye yazarıdır. Asker ve öğretmendir. Türk kısa hikayeciliğinin kurucu ismidir. Ayrıca edebiyatta Türkçülük akımının kurucularındandır. Türkçede sadeleşmenin savunucusudur. Kısa ömrüne çok sayıda eser sığdırmıştır. En tanınan eseri "Kaşağı" isimli öyküsüdür.

1884 yılında Gönen'de (Balıkesir) doğdu. Hatko Çerkezlerindendir. İyi derecede Adige dili konuşurdu. Yüzbaşı Ömer Şevki Bey'le, Fatma Hanım'ın ikisi küçük yaşlarda ölen dört çocuğundan birisidir. Öğrenimine Gönen'de bir mahalle mektebinde başladı. Ömer Şevki Bey'in görevinin nakli dolayısıyla Gönen'den ayrılan aile İnebolu ve Ayancık'tan sonra İstanbul'a geldi.

Ömer Seyfettin, önce Mekteb-i Osmanî'ye, 1893 ders yılı başında da Askerî Baytar Rüştiyesi'ne kaydedildi. Bu okulu 1896'da tamamlayarak Edirne Askerî İdadîsi'ne devam etti. 1900'de İdadî'yi bitirerek İstanbul'a döndü. Burada Mekteb-i Harbiye-i Şahâne'ye başladı. 1903 yılında Makedonya'da çıkan karışıklık üzerine "Sınıf-ı müstacele" denilen bir hakla imtihansız mezun oldu.

Ömer Seyfettin, mezuniyetten sonra piyade asteğmeni rütbesiyle, merkezi Selanik'te bulunan Üçüncü Ordu'nun İzmir Redif Tümeni'ne bağlı Kuşadası Redif Taburu'na tayin edildi. 1906'da İzmir Jandarma Okulu'na öğretmen olarak atandı. Bu, Ömer Seyfettin için önemlidir; zira bu vesileyle İzmir'deki fikrî ve edebî faaliyetleri takip edecek ve bunlar içerisinde yer alan gençlerle tanışacaktır. Nitekim batı kültürünü tanıyan Baha Tevfik'ten Fransızca bilgisini artırmak için teşvik gördü; Necip Türkçü'den ise sade Türkçe ve millî bir dille yapılan millî edebiyat konusunda önemli fikirler aldı.

Ömer Seyfettin Ocak 1909'da Selanik Üçüncü Ordu'da görevlendiridi. Selanik'te çıkmakta olan Hüsün ve Şiir dergisinin ismi Akil Koyuncu'nun istek ve ısrarı üzerine Genç Kalemler'e çevrildikten sonra 11 Nisan 1911'de Ömer Seyfettin'in Yeni Lisan isimli ilk başyazısı imzasız olarak yayımlandı.

Genç Kalemler yazı heyetini oluşturanlar Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine dağılmak zorunda kaldı. Ömer Seyfettin yeniden orduya çağrıldı, Yanya Kuşatması'nda esir düştü. Nafliyon'da geçen 1 yıllık esareti sırasında sürekli okumuştu. "Mehdi", "Hürriyet Bayrakları" gibi hikâyelerini bu dönemde yazdı. Hikâyeleri Türk Yurdu'nda yayımlandı. Esareti süresince gerek okuyarak, gerekse yaşayarak yazarlık hayatı için önemli olacak tecrübeler kazandı.

Ömer Seyfettin 1913'te esareti bitince İstanbul'a döndü. 23 Ocak 1913'te Enver Paşa'nın organize ettiği Babıali Baskını'na katıldı. Daha sonra askerlikten ayrıldı, yazarlık ve öğretmenlikle hayatını kazanmaya başladı. Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi ve burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. 1914 yılında Kabataş Sultanisi'nde öğretmenlik görevine başladı ve bu görevini ölümüne kadar sürdürdü.

1915'te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Ethem Bey'in kızı Calibe Hanım'la evlenmiştir. Bu evlilik Güner isimli bir kız çocuğuna rağmen bozulunca tekrar yalnızlığına döndü.

1917'den ölüm tarihi olan 6 Mart 1920'ye kadar geçen zaman birçok acı ve sıkıntıya rağmen verimli bir hikâyecilik dönemini içine alır. Bu dönemde 10 kitap dolduran 125 hikaye yazdı. Hikâye ve makaleleri Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken, Türk Kadını gibi dergilerle Vakit, Zaman ve İfham gazetelerinde yayımlandı. Bir yandan öğretmenlik yapmayı sürdürdü.

Hastalığı 25 Şubat 1920'de artınca yazar, 4 Mart'ta hastahaneye kaldırıldı. 6 Mart 1920'de hayata gözlerini yumdu. Önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı'na defnedilir. Daha sonra mezarı buradan yol geçeceği veya araba garajı yapılacağı gerekçesiyle 23 Ağustos 1939'da Zincirlikuyu Asri Mezarlığı'na nakledildi.

En yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem, onun hayatını ve mizacını anlatan, en kuvvetli hikayelerinİ içeren Ömer Seyfettin ve Hayatı adlı bir kitap yazdı ve bu kitap 1935 yılında yayımlandı. Kısa bir süre sonra da bütün hikâyeleri bir kitap serisi halinde basılmıştır ve bu hikayeler günümüzde de sevilerek okunmaktadır.

Reşat Nuri Güntekin 

(d.
25 Kasım 1889, İstanbul - ö. 7 Aralık 1956, Londra), Cumhuriyet dönemi edebiyatında önemli bir yeri olan, Çalıkuşu, Yeşil Gece ve Anadolu Notları gibi önemli eserlere imza atmış romancı, öykücü ve oyun yazarıdır.
 

Yaşamı [değiştir]

Güntekin , 1889'da Askeri tabip olan Nuri Bey ile Erzincan valisi Yaver Paşa'nın kızı Lütfiye Hanım'ın oğlu olarak İstanbul'da doğmuştur. Babası askeri doktor olduğu için öğrenim hayatı boyunca birçok il gezen Güntekin, ilköğrenimine Çanakkale'de başlamıştır. Daha sonra İzmir'deki Frerler okulunda bir süre öğrenim görüp sınavla girdiği Darülfünun Edebiyat Şubesi'ni 1912'de bitirdi. Böylece öğrenim hayatını yirmi üç yaşında bitirmiş oldu.

Güntekin, 1927'e kadar Fransızca ve Türkçe öğretmenlikleriyle müdürlük görevlerini üstlenmiştir. Bazı görev aldığı okullar Bursa Sultanisi, İstanbul Beşiktaş, İttihat Terakki Mektebi, Fatih Vakf-ı Kebir Mektebi, Akşemseddin Mektebi, Feneryolu Murad-ı Hâmis Mektebi, Osman Gazi Paşa Mektebi, Vefa Sultanisi, İstanbul Erkek Lisesi, Çamlıca Kız Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi, Galatasaray Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi'dir.

Güntekin, 1927'de maarif müfettişi oldu ve bu arada Dil Heyeti'yle birlikte bazı çalışmalarda bulundu. 1939'da ise Çanakkale milletvekili olarak TBMM'de bulundu. Bu görevini 1946'ya kadar sürdürdü. 1947'de, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Ankara'da yayımlanan Ulus gazetesinin İstanbul kolu olan Memleket gazetesini çıkardı. Güntekin daha sonra müfettişlik görevine geri döndü ve 1950'de Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Türkiye temsilciliği ve öğrenci müfettişliği görevleriyle Paris'e gitti.Paris kültür ataşeliği yapmıştır. 1954'te ise yaşından dolayı bu görevden ayrılmak zorunda kaldı. Emekliliğinden bir süre sonra İstanbul Şehir Tiyatroları edebi heyeti üyeliği yapmıştır.

 

Güntekin'e Akciğer kanseri teşhisi konulduktan sonra tedavisi için Londra'ya gitti ve orda hastalığına yenik düşerek öldü. 13 Aralık 1956 günü, Karacaahmet Mezarlığı'na gömüldü.


Yazar,öykü,roman ve oyunlarıyla edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir.Kahramanları genelde tek yönlüdür.Olay kahramanlarını çevreyle birlikte verir. Anadolu insanını iyi tanıdığını eserlerinden anlıyoruz.Bazı eserlerinde genç cumhuriyetin toplumsal ideallerini işlemiştir. Reşat Nuri Güntekin eserlerine konuşma dilinin zenginliğini zorlanmadan yansıtır.

SAİT FAİK ABASIYAIK
Sait Faik, 18 Kasım 1906 tarihinde Adapazarı Semerciler Mahallesi'nde bulunan dedesi Seyyid'in evinde dünyaya geldi.[9] Babası kereste ve ceviz kütüğü ticareti ile uğraşan[21] Mehmet Faik, annesi ise kentin ileri gelenlerinden[22] Hacı Rıza Efendi'nin kızı Makbule Hanım'dır. Dedesi Seyyid Ağa, Adapazarı önde gelenlerinin toplandığı bir kahve işletiyordu.[23] Kurtuluş Savaşı yıllarında bir sene Adapazarı belediye başkanlığını yürüten[24] babasına, hizmetlerine karşılık İstiklal Madalyası verildi.[25] Yazarın amcası Ahmet Faik de tıpkı babası gibi Adapazarı belediye başkanlığı yaptı. Daha sonra ise milletvekilliği görevinde bulundu.[26] Sait Faik doğduğunda, kendisine Mehmet Sait ismi verildi. Sonraki yıllarda, yazar, ismine babasının adını ekleyip, Mehmet'i atarak Sait Faik adını kullanmaya başladı.[27] Abasızzadeler[28] ya da Abasızoğulları[13] olarak anılan aile soyadı kanunu çıktığında, Sait Faik'in isteği ile Abasıyanık soyadını aldı.[29]

1910 yılında, Sait Faik'in babasının, tahrirat kâtibi olarak Karamürsel'e tayini çıktı. Üç sene boyunca, bu kasabada yaşayan aile 1913 yılında Adapazarı'na geri döndü.[30] Yazar, ilköğrenimini Rehber-i Terakki isimli özel okulda tamamladı. Bu okul yabancı dilde eğitim verdiği için, şehirde Gâvur Mektebi olarak anılıyordu.[31] Sait Faik, ileriki günlerde çocukluğunda "haşarı bir burjuva çocuğu" olduğunu yazacaktı.[32] Yazarın arkadaşları, o dönemde yazarı "Abasızın Mançuko" olarak çağırıyordu.[33] Abasıyanık'ın ilk öğrenimi sırasında anne ve babası geçimsizlik sebebiyle ayrıldılar. Üç buçuk yıl süren ayrılık döneminde Sait Faik, babası ile birlikte kaldı.[34] Rehber-i Terakki'yi bitirdikten sonra Adapazarı İdadisi'ne devam etti. 1920'de Yunan işgali sebebiyle eğitimine ara verdi. Bu dönemde Abasıyanıklar diğer akrabalarıyla birlikte önce Düzce'de ardından Bolu'da ve son olarak da Hendek'te yaşadılar.[30] Sait Faik, işgalin sona ermesinden sonra Adapazarı'na dönünce idadi eğitimine devam etti. Aile, 1924 yılında, oğullarının lise eğitimi için İstanbul'a Şehzadebaşı Bozdoğan Kemeri'ndeki Kirazlı Mescit Caddesi'nde 7 numaralı eve taşındılar.[35] Sait Faik, İstanbul Erkek Lisesi'nde okumaya başladı.[36] Onuncu sınıfa kadar bu okulda devam eden Abasıyanık, Arapça öğretmenleri Seyit Salih Efendi'nin sandalyesine iğne koyduğu için 41 arkadaşıyla beraber okuldan atıldı.[36][37] Öğrenimini Bursa Erkek Lisesi'nde tamamladı. İlk öyküsü olan İpekli Mendil'i bu okulda, edebiyat dersi ödevi olarak yazdı.[38] Ayrıca, Uçurtmalar ve Zemberek gibi hikâyelerini de gene Bursa'da kaleme aldı. Hakkı Süha Gezgin, Bursa Lisesi'ndeki Sait Faik'i "Sınıfta sakin ve dalgın, bahçede yalnız" olarak anlattı.[39] Yazarın lise eğitimindeki aksaklıklar ve kişisel isteksizliği yüzünden parlak bir eğitim hayatı olmadı.[40]

1928 yılında, liseyi bitirip İstanbul'a döndü. İstanbul'da da yazı çalışmalarına devam etti. Yazdığı hikâyeleri ve şiirleri çeşitli dergilere ve gazetelere gönderiyordu.[41] Aynı yılın sonunda girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne iki sene devam ettikten sonra Uygurca öğrenmek istemediği için ayrıldı.[42] 9 Aralık 1929'da Uçurtmalar isimli hikâyesi Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.[43] Sait Faik, İstanbul Üniversitesi'nde okuduğu dönemde sık sık Beyoğlu'nda dolaştı, evinin ve okulunun yakınındaki Şehzadebaşı kıraathanelerine gitti. Yazar sanat ve edebiyat çevreleriyle o günlerde tanışmaya başladı.[44] 9 Eylül 1930 ile 23 Eylül 1930 tarihleri arasında, on tane öyküsü ve bir tane yazısı Hür Gazete'de yayınlandı. Sait Faik, ileriki günlerde bu öykülerin hiçbirini kitaplarına almadı. Eserlerinin basılmaya başladığı o günlerden itibaren hayatının son anına kadar Hüsamettin Bozok'un ifadesi ile "genç hikâyeci" damgasını, "acı bir gülümseme" ile üzerinde taşıdı.[45][46] 1931 yılında babasının isteği üzerine iktisat okumak üzere İsviçre'nin Lozan şehrine gitti. 15 gün kaldığı şehrin sıkıcılığından bunalarak[47] Fransa'nın Grenoble şehrine geçti. Bu şehirde Fransızca öğrenmek amacıyla Champollion Lisesi'ne devam etti. Ardından, üç dönem boyunca Grenoble Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okudu.[48] Yazar, Alpler'in eteklerinde kurulmuş, çeşitli endüstri ve bilim kurumlarıyla tanınan Grenoble'de üç seneden fazla yaşadı. Orada bulunduğu günlerde Paris'i, Lyon'u, Strasbourg'u ziyaret etti.[49] 1934 yılında ailesinin isteği ile Orta Avrupa üzerinden Tuna Nehri yoluyla İstanbul'a geri döndü. Ailesinin, Nişantaşı'nda yeni taşındığı, Rumeli Caddesi üzerindeki Rumeli Apartmanı'na yerleşti.[50]

TEVFİK FİKRET

1888'de Galatasaray Sultanisi'ni birincilikle bitirdi ve yine aynı lisede öğretmenlik yaptı. Devlet dairelerinde memuriyet, okullarda öğretmenlik yaptı. Okul yıllarında başladığı şiirle ilgilenmeyi sürdürdü.

Servet-i Fünun dergisinin çevresinde şekillenen topluluğa katıldı. İlk kitabı Rübab-ı Şikeste (Kırık Saz) 1900'de yayımlandı. Fikret Türk şiirinin Batılı bir kimlik kazanmasında rol oynamıştır.

Abdülhak Hamit Tarhan'ın ve Galatasaray Sultanisi'nden hocası olan Recaizade Mahmut Ekrem'in tesiriyle Batılı anlayıştaki şiire yönelmiştir. Servet-i Fünun anlayışına bağlı şiirlerinde işlediği konular özelikle aşk, tabiat ve günlük yaşamda karşılaşılan bazı küçük sorunlardır.

Servet-i Fünun topluluğunun dağılmasından sonra yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu şiirlerinin ana teması "hürriyet" ve "medeniyet"tir.1901'den sonraysa yöneldiği toplumsalcı nitelikteki şiirlerini topladı.

İlk şiirlerinde sanat için sanat düşüncesinde olan şair, daha sonra ki şiirlerinde toplumcu bir anlayışa yönelir. Toplumu sıkan hürriyetsizliğe karşı yazdığı "Sis" şiiri, büyük yankı uyandırır. Fikret, sanatının bu ikinci döneminde insanları birbirine düşürdükleri için bütün dinlere düşmandır. Tarihe ve kutsal değerlere de karşıdır.Han-ı Yağma adlı şiiri toplumsal olaylara karşı duruşununun en iyi örneklerindendir.

Şiirlerinde çoğu zaman aruz ölçüsünü kullanmıştır. Şiirde beyit bütünlüğünü kırarak anlamın bir beyitte tamamlanması geleneğini ortadan kaldırmıştır. Nazmı nesre (şiiri düzyazıya) yaklaştırmıştır. Fransız şiirinden alınan soneyi şiirlerinde kullanmış, Divan şiirinin müstezat nazım şeklini tanınmaz hale getirerek "serbest müstezat" biçimini geliştirmiştir. Fikret, parnasizm akımından etkilenmiştir ve parnasyenlere bağlıdır.

Fikret'in "manzum hikâye" türünde şiirleri vardır; Balıkçılar, Nesrin, Ramazan Sadakası, Hasta Çocuk.

Çocuklar için yazdığı şiirleri hece ölçüsünü kullanarak yazmıştır ve bu şiirlerini Şermin adlı bir kitapta toplamıştır. Şiirlerini "Rübab-ı Şikeste" ve oğlunun adını verdiği "Haluk'un Defteri" adlı kitaplarda toplamıştır.

1915 yazında uzun süreden beri devam eden hastalığı ilerledi ve 19 Ağustos'ta Türk Şiirinin en büyük şairi henüz kırk sekiz yaşındayken vefat etti ve Eyüp Sultan mezarlığına defnedildi.1961'de ise mezarı Aşiyan'ın bahçesine taşındı.Şu an müze olarak kullanılan Aşiyan'ın bahçesinde, mezarının arkasındaki yazıtta, şairin şu dizeleri kazılıdır:

Ey taş, sen ey kitâbe-i jengîn-i kün-fekân,
Bir ser-şikeste heykel-i bül-hevli andıran
Vaz'ınla seyr-i hilkat edersin, pür-iştibâh,
Etdin mi bâri sen o büyük sırrı iktinâh?
Sen bâri anladın mı, sen ey kalb-i zî-huzûr,
Hep taş yüreklerin neye âlemde şevk u sûr?
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


ShoutMix chat widget
 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
  saat



More Cool Stuff At POQbum.com

  takvim
Myspace Stuff

Calendar Provided By : SeekCodes.com

  radyo
  televizyon
lig tv
Bugün 4 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol